Türkiye, bir toplumun geçebileceği en kritik eşiklerden birinden geçiyor.
Neredeyse her konu, tek başına sahip olması gerekenden daha büyük ve daha geniş kapsamlı bir ağırlığa sahip.
Birkaç günden beri çocukların üniversiteye girmesi için yapılan sınavlarda “hile” olup olmadığını konuşuyoruz.
Ama bir bakıyorsunuz, mesele o sınavla ya da eğitim sistemimizle ilgili olmaktan çıkmış, karşılıklı kamplardaki insanların birbirlerini suçlaması için bir vesileye dönüşmüş.
Sınavlardan sorumlu yetkili, bir milyon yedi yüz bin sınav kâğıdının her birinin soru ve cevaplarının değişik biçimlerde sıralandığını açıkladı, bütün sınav kitapçıklarını da bilgisayara yükleyip söylediğini kanıtladı.
O yöneticinin konuşması, AKP sempatizanları tarafından “mutlaka doğru söylüyordur”, AKP karşıtları tarafından da “mutlaka yalan söylüyordur” diye karşılandı.
Siyasi beklentilerin ve öfkelerin çocukların geleceğinden daha önemli bir hale geldiğini gördük.
Aslında bunu epeyce bir zamandır izliyoruz.
Karşılıklı olarak inanılmaz bir güvensizlik var.
Bu güvensizlik için herkesin de haklı nedenleri bulunuyor.
Türkiye siyasi açıdan bir “fetret” devrine girdi.
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana süren askerî vesayet artık kaçınılmaz olarak sona eriyor, askerî iktidarın geri çekilerek boşalttığı alanı doldurmak isteği ise neredeyse tarafları çıldırtmış vaziyette.
Namık Çınar, “Biz sizin çıraklık döneminizi sevmiştik,” dediği dünkü harika yazısında AKP’yi kucaklayan o sevginin nedenlerini de sıralamıştı, “Yeniydiniz, mağdurdunuz, acemiydiniz, heyecanlıydınız, ne yaptıysanız o dönemde yaptınız, halk da bu yüzden sevdi sizi”.
Yazının devamını okumak için tıklayın.